Madonna'nın aşırı sıkı bi fanı olmadığım için yoğun sınav maratonumun arasında tee İstanbul'lara gitmeyi gereksiz bulmuştum açıkçası.ama benim pek sevgili arkadaşım Burakbey Kazanoğlu söz konusu kraliçeyse asla üşenmez,yine üşenmedi ve İstanbul'lara kadar gitti,Maduş'u sahnede seyretti.
ben de fanlığına ziyadesiyle güvendiğim dostuma sizler için konser kritiği yaptırdım.konuk yazarımız Burakbey Kazanoğlu eşliğinde Maduş Show'a gidiyoruz,hazır olun!
-Burakbey'in cümleleri şu andan itibaren devreye giriyor efenim-
İlan edildiği günden bu yana gündemden düşmeyen, yılın en
merak edilen organizasyonu Madonna konseri, geçtiğimiz Perşembe akşamı TT
Arena’da gerçekleşti. MDNA World Tour kapsamında gerçekleşen konser, merakları
boşa çıkarmayacak cinstendi. Geceden herkes memnun, şaşkın, fazlasıyla tatmin
olmuş biçimde ayrıldı. Kraliçe herkese çekinmeden meydan okudu ve “Ben
buradayım, alın bu iş böyle yapılır!” dedi. Sizin için geceye dair tüm
detayları topladım, her şarkıyı ve şovu teker teker inceledim. Orada olmayanlar
da bu yazının sonunda bana ve konsere gelen diğer herkese hak verecek, “Keşke”
diyecekler. Hadi başlayalım.
Konser alanı erken saatlerde adeta ‘işgal’ edilmişti. Ben
saat 5 gibi ordaydım ama sabahın köründe gelip ne olur ne olmaz diyerek sıraya
girenler olduğunu da duydum. Genel olarak herkesin tercihi benim gibi şorttan
yanaydı ama arada saçı maşalı, ayağında postal ya da yüksek topuklu bulunan
ablalar da gelmiyor değildi.
Metro fm stad dışına küçük bir otobüs tadında alan kurmuştu
ve herkesi coşturacak müzikler çalıyordu. İçeri girip dans edenler arasında
Hande Yener’in olduğunu da söyleniyordu. Kendisinin azılı Madonna hayranı
olduğunu zaten bilmeyen yoktur, o akşam deliler gibi eğlenmiş olmalı.
Gezip tozmalar bittikten, bir şeyler yenilip içildikten
sonra stada girmek için sıraya geçildi. Bu aşama gerçekten biraz uzun sürdü.
Ben bir buçuk iki saat kadar kapıların açılmasını bekledim ama sabah erken
gelenler uzun saatler sırada kalmış oldu, bu da onların canını biraz sıktı.
Ama tabi ki herkes halinden memnundu. Saat 7 gibi kapılar
açıldı ve içeri girdik. İçerde yerinizi bulmanıza yardımcı olan arkadaşlar
bulunuyordu. Mesela bu arkadaşlar beni ilk önce yanımdaki çiftle beraber yanlış
yere oturttular.
Biz doğru yerlerimize yönlendirildiğimizde soundheck
yapılıyordu. Doğru yerlerimize oturduğumuzda müthiş bir sorunla karşılaştık:
Konseri kayda alınması için sahaiçine kurulan koca kamera sahneyi görmemizi
engelliyordu. Bu aksaklığın giderilmesi 2 saat kadar sürdü. Sonunda mağdur
kişiler sahanın farklı yerlerine yollandı (hatta bir kısmı sahneönüne)ama bu
göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir sorun bence. Sırf fazla bilet satmak için
böyle bir saygısızlık yapılmamalıydı. Düpedüz dolandırıcılık.
Biz bu olaylarla uğraşırken sahneye bronz renkli dev
buhurdanlık geldi. Konserin açılışının bir kısmını daha önce izlediğim için çok
şaşırmamıştım ama izlemeyenler onun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Buhurdanlık çığlıklarla indi ama konser tabi ki başlamadı.
Bilette belirtilenin aksine konser 9 buçukta değil, saat 10 buçuğu bile
geçmişken başladı.
Sahne genel olarak büyük ve küçük hareketli led ekranlar
üzerinde kurgulanmıştı.
Birden ışıklar kapandı ve bu ekranlarda devasa bir kilise
belirdi. Ortada kocaman, üzerinde MDNA yazan bir haç, etrafta buhurdanlığı
hareketlendirerek bizi büyülemeye çalışan kırmızı pelerinli din adamları. Din
adamı demek durumunda kalıyorum çünkü ne oldukları kesin olarak belli değildi.
Papaz ya da peder demek doğru olmaz çünkü Yahudi hahamlarına da benziyordu.
Ortada dönen ayin ortaçağ Hıristiyan ayinlerine benzese de, pagan ögeleri de
içeriyordu. Yani dinlerden karma bir ayin gerçekleşiyordu gözlerimizin önünde.
Nağmeli okumalar da girdikten sonra iyice tüyler diken diken oldu. Yanlarda
boynuzları olan cin canlandırmaları da yerini aldığında artık Madonna’nın günah
çıkarması için her şey hazırdı.
Dev kızıl haç ikiye ayrıldı ve arkasında günah çıkaran
Madonna’yı gördük. Bu anı size ne kadar tarif etsem az çünkü olup olabilecek en
iyi konser girişlerinden biriydi. Belki de en iyisiydi. Kraliçe daha sonra
kilisenin bütün camlarını kırarak sahneye doğru indi ve konserin birinci
perdesi Transgression başlamış oldu.
Girl Gone Wild uzatılmış girişiyle başladıktan sonra bir
kısımda birden kilise yok oldu. Give to Me’den samplelar devreye girdi ve yer
altından yer üstüne kadar cennet cehennem görüntülerinden oluşan bir görüntü
yüklendi ledlere. O sıra Madonna deliler gibi dans ediyordu ekibiyle ama benim
gözüm arkadaki üçgene ve o üçgenden yayılan ışığa takıldı. Kraliçe resmen vecd
oluyordu yükseldi yükseldi yükseldi ve tekrar kilise görüntüsü geldi, nakaratı
son kez söyleyip Girl Gone Wild’ı noktaladı.
Arkasından sıra Revolver’a geldi. Silah, mermi ve Lil Wayne
görüntüleriyle şarkıyı bilenleri kendinden geçirdi. Şarkıyı bilenleri diyorum
çünkü teyzeler ve amcalar ağırlıktaydı. Onlar La Is La Bonita ve Like a Prayer
bekliyorlardı.
Revolver’la gelen silah teması Gang Bang’le zirveye ulaştı.
Ledler yarıldı ve sahneye bir otel odası geldi.
Otel odasına bir sürü maskeli suikastçılar geliyordu ve
Maddy hepsini ustalıkla haklıyordu. O ateş ettikçe ledler kana bulanıyordu, ki
bir ara bütün her yer kan içinde kalmıştı. Gang Bang’in sakin ilerleyişi
oradakilere de yansımıştı, bir an enerji düştü ama herkes hipnoz olmuşçasına
kraliçeyi izliyordu.
Arkasından Papa Don’t Preach geldi. Teyzeler ve amcalar bir
nebze olsun memnun olmuşlardı.
Papa Don’t Preach biterken “Time goes by, so slowly” sözleri
duyuldu. Madonna’nın 2000lerdeki en büyük hiti Hung up geliyordu! Hung up MDNA
sounduna uygun olarak yeniden düzenlenmişti ve bu hali bende orijinal etkisini
ne yazık ki yaratamadı. Bir önceki turnede de Hung up rock version şeklinde
performe edilmişti, bu da ne yazık ki hayal kırıklığı olmuştu. Sanırım Hung
up’ı Hung up yapan, Gimme Gimme Gimme sample’ı. O ortadan alındığı zaman şarkı
vasat bir hale bürünüyor.
Papa Don’t Preach’in arkasından da ilk bölümün son şarkısı,
Nicki Minaj destekli I Don’t Give A başladı.
Şarkıya girmesi gereken yerden çok az geç giren Madonna
durumu hemen toparladı, zaten bunu çok fazla kişinin fark ettiğini sanmıyorum.
Nicki’nin feature bölümü geldiğinde ledlerde onu sade bir kıyafetle tahtta
otururken gördük. Tepede yine bir üçgen ve içerisinde göz belirdi.
Arkasından Maddy sahneden ayrıldı ve son albümdeki
favorilerim arasından Best Friend’le Heartbeat’in mashuplanmış bir versiyonu
çalmaya başladı. Ledlerde mezarlık görüntüleri vardı ve ölmüş birine olan
özlemi yansıtıyordu. Küçük küçük sloganlarla yine tüyleri diken diken ettikten
sonra tekrar sahneye geldi ve ikinci perde Prophecy’i başlattı.
Rugby teması hakimdi ve Express Yourself’i söylemeye
başladı. Şarkının ilerisinde Born This Way’i söylediğini duyanlar büyük bir
şaşkınlık yaşadı tabi ama biz bildiğimiz için bu heyecana varamadık. Bu da
keşke konser kayıtlarını önceden izlemeseydim dememe neden oldu.
Arkasından trampetler devreye girdi, tabi ki Give Me All
Your Luvin’ zamanıydı! Şarkı biraz daha hareketlendirilmişti ve konserde havaya
girmek için mükemmel bir hale bürünmüştü. Kraliçe şarkısını söyleyip dans
ederken, bir anda arkadaki bando takımı göğe yükseldi. Herkes müthiş bir
şaşkınlık yaşadı, bu an görülmeye değerdi.
Şarkının ilerleyen kısmında MIA’nin Supersonic, bionic
sözleri mixlendi ve Kraliçe önde doğru gelip deliler gibi dans etti. O an
ışıklarla birlikte sahne resmen yakıldı. Nakarat son kez söylendi ve Madonna
yine sahnenin altına doğru bizden uzaklaştı. Onun uzaklaşmasını fırsat bilen
trampetçi arkadaşlar bir az önceki coşkuyu katlayacak şekilde çılgınlar gibi
dans ettiler.
Bu sırada içinde Holiday, Into the Groove, Like a Virgin, 4
Minutes , Ray of Light ve Music’ten samplelar bulunduran bir intro girdi.
Herkes Music’in devam etmesini istiyordu lakin böyle olmadı.
Tekrar sahneye geldiğinde benim fikrime göre konserin en
kötü kostümü üzerindeydi. Vücudu deforme olduğu için eskisi gibi bodylerle
sahneye çıkamadığını zaten biliyorduk ama, bu bölümdeki kıyafet gerçekten içler
acısıydı. Bu kötü siyah kostümle Turn Up the Radio’yu söylemeye başladı eline
gitarını alıp. Arka tarafta iki enstrüman çalan arkadaş da ona eşlik etti.
Arkasından Open Your Heart ve Masterpiece geldi. Başına siyah
bir şapka takarak devam etti bu bölüme. Masterpiece performansında sesi
öylesine güzel duyuluyordu ki, arkamdaki teyze “A-aaa sesi de güzelmiş ya
bunuuun!” dedi daha sonra oturduğu yerden fıstık yemeye devam etti orası ayrı.
Sonra tekrar sahneden ayrıldı ve ledlerle bizi baş başa
bıraktı. Bu sefer çok tatlı bir versionda Justify My Love duyuyorduk. Madonna
büyük bir evde odadan odaya koşturuyor, halleniyordu. O sırada sahnede ise
yüzünde palyaço maskesi olan dansçılar vardı. Ama bu dansçılara arada gülme
efekti de verilince Yetenek Sizsiniz izliyormuş gibi hissettim. En son Madonna
da bir maske taktı ve bu intro da sona erdi, konserin üçüncü bölümü Masculine/Feminine başladı.
Bu
bölümün açılışı Super Bowl performansındaki versiyonuyla Vogue tarafından
yapıldı. Madonna strike a pose! Dedikçe çığlıklar havada uçuştu. Sahne dev bir
defile salonuna çevrildi. Yüksek topuklu erkek dansçılar, erkek kılığındaki
kadın dansçılar üçüncü bölümün hakkını gerçekten veriyordu (maskülenlik ve
feminenlik açısından)
Madonna
bu bölümde J.P. Gaultier tasarımı bir kostüm giydi. Beyaz gömlek, siyah
kıravat, siyah yüksek bel pantolon maskülenliği, üzerindeki koni sutyenli demir
parça ise feminenliğini stilize ediyordu. Vogue performansının kusursuzluğu
konusunda herkes hemfikir olduktan sonra, sahne romantik pembeli renklere
büründü ve Madonna Erotica samplelarıyla süslenmiş, Hard Candy’den en sevdiğim
şarkılardan biri olan Candy Shop’ı söyledi. Bir önceki turne Sticky &
Sweet’in açılış şarkısıydı... Bu bölümde seksi danslar, soyunmalar, bolca
çıplaklık bizi biraz daha gaza getirmişti.
Madonna
dansçı kızlardan biri ateşlice öptü ve biz bunun şokunu atlatamadan sahnedeki
defile sona erdi, kraliçe sahnede tek başına kaldı ve Human Nature başladı. Sahnede
bir sürü ayna vardı. Bu aynaların içinden dansçılar çıkıp giriyordu. Aynalara
bakıp Express yourself, don’t repress yourself diye birkaç kez tekrarladıktan
sonra, şarkının devamına aynalarla devam etmekten vazgeçti ve üzerindeki
gömleği de çıkardı.Girl Gone Wild’ın single kapağındakine benzer bir sutyenle
daha da soyunacağını belli eden figürlerini sergilerken arka planda da kapı
deliğinden onu bir adam gözetliyordu.
Benim
gibi ledlere dikkat edenler sonradan fark etti ki, bu delikten bakan adam Madonna’nın
striptizini değil, kapının ardındaki başka bir adamın striptizini izliyormuş.
Şarkının adıyla (Human Nature/ İnsan doğası) bağdaştırdığımızda, Madonna’nın
yine eşcinsel destekleyici mesaj vermekte olduğunu anlamak güç olmuyordu.
Şarkının
sonlarına doğru “opps! I dindn’t know I couldn’t talk about sex” dedi ve
dipdiri göğüslerini bizlere gösterdi O an tabi ki herkes fotoğraf makinalarına
sarıldı, flaşlar patladı. Lakin ben bu anı görüntüleyemedim, isteyenler
internetten bakabilirler.
Human
Nature performansı meme skandalıyla sona erdikten sonra, sıra Like a
Virgin’daydı.
Ama
bizi her zamankinden farklı bir Like a Virgin performansı bekliyordu. Şarkı
tamamen yavaşlatılmış, piyano ve çellolarla mükemmel bir slowa çevrilmişti.
Kraliçe
bu performans sırasında yerlerde süründü, ağladı, zırladı.Gerçekten birini
bakireymiş gibi arzuluyordu. Arkasından sahneye bir dansçı geldi ve beline
korse taktı. Sonra korsenin iplerini çekmeye başladı. O sıra Maddy’nin beli
incecik oldu ve kısık kısık inlemeye başladı. Şarkının coşan çellolarıyla
Madonna’nın inlemeleri birleşince gerçekten etkileyici bir show daha izlemiş
olduk.
Sonra
tekrar sahneden kayboldu ve interludelar arasından en iyisi olan Nobody Knows
Me başladı. Sosyal mesaj vermeyi kariyerinin hiçbir bölümünde yabana atmayan
Madonna burada da yine savaş, sevişme ve eşcinsellik görüntüleriyle herkesin
kalbini fethetti. Madonna siyah bir plan önünde şarkıyı söylerken bir anda
Hitler’e bile dönüşebiliyordu bu interludda. En sonunda da nefret cinayetlerine
kurban giden gençlerin fotoğrafları ve isimleri gösterildi. Kadınlık ve
Erkeklikle ilgili üçüncü bölümü de eşcinselliğe dair mesajlar vererek bitirdi
ve bu bölüm bittiğinde herkes ayakta deliler gibi alkış tutuyordu. Öyle ki
camileri karalayan görüntüleri görmediler, yoksa malum protesto edip terk
ederleri konseri.
Dördüncü
ve son bölüm Redemption son albüm MDNA’deki en sevdiğim şarkılardan biri
olan I’m Addicted’le başladı. Önce mükemmel bir ışık şovu bizi karşıladı.
Tribünlerin en arkasındaki kişiye bile ulaşan disko illüzyonlarını ledlerdeki
mavi ve mor tonlarındaki dansçı siluetleri destekliyordu. Burda kısa bir not
düşmem gerek. Biliyorsunuz albümün ismi MDNA, uyuşturucu bir madde olan MDMA’ye
gönderme niteliğinde ve içerisinde I’m Addicted (Bağımlıyım) isminde bir şarkı
barındırıyor. Şarkıyı dinlediğinizde zaten overdose olduğunuzu falan
zannediyorsunuz öyle bir enerjisi var.
Madonna’nın
bu şarkıda ne tip bir show yapıcağını merak ediyordum. Çok uçuk kaçık olmasa
da, ışıklarla beklentimi karşıladı. Bu bölümde de yerlere kadar uzanan pullarla
süslü bir elbise giymişti. Çok fazla beğendiğim söylenemez.
Bu
bölümün ikinci şarkısı olarak, yine son albümden I’m a Sinner seçilmişti. Sahne
bir anda ormanın ortasından geçen bir yola ve bu yol üzerindeki tren
vagonlarına dönüştü.
I’m
a Sinner performansı o kadar çok uzun oldu ki bir süre sonra bu vagonlar
kayboldu, yerini Budhha tapınağı ve Budistler aldı.
Arkasından
ilahi okuyan bir grup çıktı ve konserin devamını tahmin etmek artık hiç güç
değildi: Like a Prayer geliyordu!
Sahneye
her zamanki gibi bir grup rahip doluştu ve kilise iniltileri arasında Life is a
mystery sesi duyuldu. Herkes deliler gibi bu anı bekliyormuşçasına ayağa kalktı
ve el çırpmaya başladı. İnanır mısınız bilmiyorum ama arkamdaki fıstık yiyen
teyze bile kalktı. Bütün herkesin yüzüne altın sarısı ışıklar vuruyordu. 70 bin
kişinin aynı anda aynı sözleri söyleyip alkış tuttuğunu düşünün. Kusursuz bir
andı ve bence konserin en unutulmayacak noktasıydı.
Like
a Prayer bittikten sonra konserin başındaki çan sesleri tekrar duyulmaya
başladı. Anladık gitme vakti yaklaşıyordu.
Uzun
bir girişten sonra Come join the party! Diyen Madonna’nın sesleri duyulmaya
başladı. Sonra sahneye müthiş bir kalabalık, rahat kıyafetler içerisinde
Madonna geldi.
Uzun
ve Girl Gone Wild’dan samplelar barındıran bi Celebration performansından sonra
konser sona erdi.
Konser
bittiğinde herkes müthiş bir şaşkınlık içindeydi. İzlediği performansın gerçek
olup olmadığı konusunda teredütteydi. Öyle ki, metro krizi bile kimsenin
sinirini bozamadı.
Genel
olarak konsere bakacak olursak, kusur bulmak çok zordu. Ama organizasyon
şirketinin bilet satımında yaşattığı müthiş hatalar ve bahsettiğim kamera krizi
görmezden gelinemeyecek şeylerdi.
Metro
sırasındaki kalabalığa rağmen cips yiyerek etrafı kokutanlar da super zekaya
sahipmiş.
Popun
kraliçesinin yaşlandığı bariz belli oluyor artık. Öyle ki kendisiyle özdeşleşen
sahne mayolarını bile giyemiyor artık. Tabi ki yine de müthiş bir enerjisi var.
Hem de bitmek tükenmeyen cinsten.
Konsere
gelen bir kitle setlisti beğenmediğini söyledi. Hatta Burcu Güneş de bunlardan
biri. Her konserinde La is La bonita mı söylesin ne istiyorsunuz ki? Tabi ki
yeni albümünden de şarkılar söyleyecek. Bunu tartışmanın mantığı bile yok.
Son
olarak size tavsiyem, çok geç olmadan, elinize geçen ilk fırsatta bu kadını
izleyin. Sorun Madonna’yı ya da müziğini sevmekle alakalı değil. Kesinlikle
pişman olmayacaksınız ve ödediğiniz her kuruşa değecek. Öyle ki, şuan konseri
izlemeyenlerden bir kolum, bir gözüm fazla gibi hissediyorum, bir basamak
yukarda..
Her
şey için çok teşekkürler popun kraliçesi! Tekrar görüşmek üzere..
Ve
sevgili Chase The Glaze okuyucuları, sizle de tekrar görüşmek dileğiyle :)
Burakbey Kazanoğlu